SOSYOLOG ÖZLEM SEZGİN KILIÇÇI
Köşe Yazarı
SOSYOLOG ÖZLEM SEZGİN KILIÇÇI
 

TARİHE NOT

TARİHE NOT Her şeyi iyi hatırlamak zorunda değiliz. Herkese minnet duymak zorunda değiliz. “İyi ki hayatımdasın”  demek zorunda değiliz. Bazı olaylar ve insanlar gerçekten kötüdür ve kötü olarak hatırlanmaları gerekir. Ciğerlerimizi kuruttular yine. Akbelen’de koca bir ormanı yok ettiler. 400 YILLIK AĞAÇLARI, 2,5 YILLIK KÖMÜR REZERVİ için kestiler… O güzelim ağaçların reçineleri gözyaşı oldu aktı. Umursamadılar. Halk birlik oldu, karşı çıktı, duymadılar. Karşılarına, halkın karşısına jandarmayı diktiler. Halka tazyikli su sıktılar. Durmadılar. İçimiz parçalandı, kan ağladı görmediler. Neymiş efendim 3 milyon fidan dikmişler. Nereye dikilmiş, kaç tanesi hayata tutunmuş ya da tutunacak bilgimiz yok maalesef. Bunu da unutturacaklar… Kalsın aklımızın bir köşesinde, unutmayalım diye not düşüyorum. George Orwell yazmış zamanında; “Rüşvetçi politikacıları, düzenbazları, hırsızları ve hainleri seçen halk, kurban değil, suç ortağıdır.” diye. Boşuna değil bu cümleler. Kalsın aklımızda…  Tüm dünya küresel ısınmayla mücadele ederken, biz kendi ciğerlerimizi söküyoruz. Sökenlere de çanak tutuyoruz. Öyle bir kabadayılık var üzerimizde. Ya da “Benden sonra tufan” deyiminin büyüsüne kapıldık. Yaşar Kemal’in kurtlarla ilgili bir anlatısı vardır.  “Bir kurt, koyun veya keçi sürüsüne dalar… Sadece bir tanesini alır götürür ancak bütün sürüyü parçalar… Kurt dalmış sürüden artık hayır yoktur... Koyundan, keçiden başka geçimi olmayan Anadolu köylüsü, eğer sürüsüne böylesine kurt girmişse çöker, biter, açlıkla karşı karşıya kalır… Bu nedenle kurt gittikten sonra, sabah olduğunda sürü sahipleri gördükleri manzara karşısında donar kalır ve içleri kurda karşı kinle, öfkeyle dolar… Bu durumda köylü, kurttan öcünü almak ister… Atlarına binerler, köpeklerini, iplerini alırlar, kurt avına çıkarlar… Kurtları intikam için diri yakalamaktır en büyük amaçları… Usulünü de bilirler ve sonuçta kurtları diri diri yakalarlar… Kin bağladıkları, öç almak istedikleri kurda bir fiske bile vurmazlar… Kurdu hiç incitmezler… Yalnız sağlam bir telle ya da kirişle kurdun boğazına bir çıngırak takarlar ve kurdu okşayarak, sırtını sıvazlayarak ve sevecenlikle öperek salıverirler… Boğazı çıngıraklı kurt sevinerek, koşarak ayrılır köylülerden… Ancak çıngıraklı kurt hiçbir canlıya yaklaşamaz çünkü çıngırak sesini duyan her hayvan önceden kaçar, kurt ise boğazında çıngırak, bozkırlar boyunca, dağlar boyunca boşu boşuna koşar durur… Sonunda kurt dağlarda açlıktan önce yavaş yavaş zayıflar, sonra zayıflıktan güçsüz düşer ve sonunda bağıra, bağıra, bağıra ölür… Bu, insan aklına gelen işkencelerin, zulümlerin en korkunçlarından birisidir… Kurt ancak aç kalınca anlar boynuna çıngırak geçirilirken kendisini okşayanların, sırtını sıvazlayanların ve kendisini sevecenlikle öpenlerin niyetini… Ancak çoktan iş işten geçmiştir…” Bu da bir başka anlatı; “Bir gün evin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir paketi açtıklarını gördü̈. Kendi kendine: “İçinde hangi yiyecek var acaba ?” diye düşündü. Bir süre sonra gördüğü paketin bir fare kapanı olduğunu anladığında yıkılmıştı. “Evde bir fare kapanı var! Evde bir fare kapanı var!” diye bağırarak telaşla bahçeye fırladı. Minik fareyi telaş̧ içinde gören tavuk, umursamaz ve bilgiç̧ bir tavırla başını kaldırdı ve gıdakladı: “Bu senin sorunun benim değil. Bana bir zararı olamaz küçücük kapanın” dedi. Tavuktan destek bulamayan fare bu sefer telaşla Koyun un yanına koştu ve “Evde bir fare kapanı var! Evde bir fare kapanı var!” diye adeta çırpındı. Koyun anlayışla karşıladı ama “Çok üzgünüm fare kardeş̧ ama dua etmekten başka yapacağım bir şey yok. Dualarımda olacağından emin ol” dedi. Minik fare çaresizlik içinde ineğe döndü̈ ve “Evde bir fare kapanı var, evde bir fare kapanı var!” dedi. İnek; ”Bak fare kardeş̧, senin için üzgünüm ama beni ilgilendirmiyor” dedi. Sonunda fare, başı önde umutsuz şekilde eve döndü̈. Çiftçinin fare tuzağı ile bir gün tek başına karşılaşmak zorunda olduğunu anladı. O gece evin içinde sanki ölüm sessizliği vardı. Minik fare aç̧ ve susuzdu. Tam yorgunluktan gözleri kapanacaktı ki birden bir ses duyuldu. Gecenin sessizliğini bölen gürültü̈, fare kapanından geliyordu. Çiftçinin karısı, ne yakalandığını görmek için yatağından fırladı ve mutfağa koştu. Karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğunun kısıldığını fark edememişti. Kuyruğu kapana kısılan yılanın canı yanıyordu ve aniden çiftçinin karısını ısırdı. Çiftçi, karısını apar topar doktora götürdü̈. Doktor, zahiri temizledi sardı. Çiftçi karısını eve getirdi, yatırdı. Karısının ateşi yükseldi ve bir türlü̈ düşmüyordu. Kadıncağız ateş̧ ve ter içinde kıvranıp duruyordu. Böyle durumlarda taze tavuk suyunun gerekli olduğunu herkes bilir, çiftçi de bıçağını alıp bahçeye koştu. Karısı taze tavuk suyu çorbasını içti, biraz kendine geldi. Karısının hastalığını duyan komsular ziyarete geldiler. Onlara ikram etmek için çiftçi Koyunu nu kesti. Çiftçinin karısı gittikçe kötüye gidiyordu. Yılan, belli ki çok zehirliydi. Birkaç gün sonra çiftçinin karısı iyileşemedi ve öldü. Cenazesine çok sayıda kişi gelince hepsine yeterli et sağlamak için çiftçi ineği mezbahaya yolladı. Fare tüm bu olanları büyük üzüntü ile duvardaki deliğinden izledi.” Birisi, sizi ilgilendirmediğini düşündüğünüz bir tehlike ile karşı karşıya ise hepimizin aynı tehlikede olabileceğini hatırlayalım. Hepimiz yaşam denilen bu yolculukta yer alıyoruz. Diğerimiz için bir gözümüzü açık tutmalı ve diğerlerini cesaretlendirmek için çaba harcamalıyız. Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden, içerdeki cephenin suskunluğudur… Bu nedenle suskun kalmayalım… Eğer kalırsak başımıza gelmeyen kalmaz… “Kalbin bugün bildiğini, akıl yarın anlar…”
Ekleme Tarihi: 11 Ağustos 2023 - Cuma

TARİHE NOT

TARİHE NOT


Her şeyi iyi hatırlamak zorunda değiliz. Herkese minnet duymak zorunda değiliz. “İyi ki hayatımdasın”  demek zorunda değiliz. Bazı olaylar ve insanlar gerçekten kötüdür ve kötü olarak hatırlanmaları gerekir.


Ciğerlerimizi kuruttular yine. Akbelen’de koca bir ormanı yok ettiler. 400 YILLIK AĞAÇLARI, 2,5 YILLIK KÖMÜR REZERVİ için kestiler… O güzelim ağaçların reçineleri gözyaşı oldu aktı. Umursamadılar. Halk birlik oldu, karşı çıktı, duymadılar. Karşılarına, halkın karşısına jandarmayı diktiler. Halka tazyikli su sıktılar. Durmadılar. İçimiz parçalandı, kan ağladı görmediler. Neymiş efendim 3 milyon fidan dikmişler. Nereye dikilmiş, kaç tanesi hayata tutunmuş ya da tutunacak bilgimiz yok maalesef. Bunu da unutturacaklar… Kalsın aklımızın bir köşesinde, unutmayalım diye not düşüyorum.


George Orwell yazmış zamanında; “Rüşvetçi politikacıları, düzenbazları, hırsızları ve hainleri seçen halk, kurban değil, suç ortağıdır.” diye. Boşuna değil bu cümleler. Kalsın aklımızda… 


Tüm dünya küresel ısınmayla mücadele ederken, biz kendi ciğerlerimizi söküyoruz. Sökenlere de çanak tutuyoruz. Öyle bir kabadayılık var üzerimizde. Ya da “Benden sonra tufan” deyiminin büyüsüne kapıldık.
Yaşar Kemal’in kurtlarla ilgili bir anlatısı vardır. 
“Bir kurt, koyun veya keçi sürüsüne dalar…
Sadece bir tanesini alır götürür ancak bütün sürüyü parçalar…
Kurt dalmış sürüden artık hayır yoktur...
Koyundan, keçiden başka geçimi olmayan Anadolu köylüsü, eğer sürüsüne böylesine kurt girmişse çöker, biter, açlıkla karşı karşıya kalır…
Bu nedenle kurt gittikten sonra, sabah olduğunda sürü sahipleri gördükleri manzara karşısında donar kalır ve içleri kurda karşı kinle, öfkeyle dolar…
Bu durumda köylü, kurttan öcünü almak ister…
Atlarına binerler, köpeklerini, iplerini alırlar, kurt avına çıkarlar…
Kurtları intikam için diri yakalamaktır en büyük amaçları…
Usulünü de bilirler ve sonuçta kurtları diri diri yakalarlar…
Kin bağladıkları, öç almak istedikleri kurda bir fiske bile vurmazlar…
Kurdu hiç incitmezler…
Yalnız sağlam bir telle ya da kirişle kurdun boğazına bir çıngırak takarlar ve kurdu okşayarak, sırtını sıvazlayarak ve sevecenlikle öperek salıverirler…
Boğazı çıngıraklı kurt sevinerek, koşarak ayrılır köylülerden…
Ancak çıngıraklı kurt hiçbir canlıya yaklaşamaz çünkü çıngırak sesini duyan her hayvan önceden kaçar, kurt ise boğazında çıngırak, bozkırlar boyunca, dağlar boyunca boşu boşuna koşar durur…
Sonunda kurt dağlarda açlıktan önce yavaş yavaş zayıflar, sonra zayıflıktan güçsüz düşer ve sonunda bağıra, bağıra, bağıra ölür…
Bu, insan aklına gelen işkencelerin, zulümlerin en korkunçlarından birisidir…
Kurt ancak aç kalınca anlar boynuna çıngırak geçirilirken kendisini okşayanların, sırtını sıvazlayanların ve kendisini sevecenlikle öpenlerin niyetini…
Ancak çoktan iş işten geçmiştir…”


Bu da bir başka anlatı;
“Bir gün evin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir paketi açtıklarını gördü̈. Kendi kendine: “İçinde hangi yiyecek var acaba ?” diye düşündü.
Bir süre sonra gördüğü paketin bir fare kapanı olduğunu anladığında yıkılmıştı. “Evde bir fare kapanı var! Evde bir fare kapanı var!” diye bağırarak telaşla bahçeye fırladı. Minik fareyi telaş̧ içinde gören tavuk, umursamaz ve bilgiç̧ bir tavırla başını kaldırdı ve gıdakladı:
“Bu senin sorunun benim değil. Bana bir zararı olamaz küçücük kapanın” dedi.
Tavuktan destek bulamayan fare bu sefer telaşla Koyun un yanına koştu ve “Evde bir fare kapanı var! Evde bir fare kapanı var!” diye adeta çırpındı. Koyun anlayışla karşıladı ama “Çok üzgünüm fare kardeş̧ ama dua etmekten başka yapacağım bir şey yok. Dualarımda olacağından emin ol” dedi.


Minik fare çaresizlik içinde ineğe döndü̈ ve “Evde bir fare kapanı var, evde bir fare kapanı var!” dedi. İnek; ”Bak fare kardeş̧, senin için üzgünüm ama beni ilgilendirmiyor” dedi.
Sonunda fare, başı önde umutsuz şekilde eve döndü̈. Çiftçinin fare tuzağı ile bir gün tek başına karşılaşmak zorunda olduğunu anladı. O gece evin içinde sanki ölüm sessizliği vardı.
Minik fare aç̧ ve susuzdu. Tam yorgunluktan gözleri kapanacaktı ki birden bir ses duyuldu.
Gecenin sessizliğini bölen gürültü̈, fare kapanından geliyordu. Çiftçinin karısı, ne yakalandığını görmek için yatağından fırladı ve mutfağa koştu. Karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğunun kısıldığını fark edememişti. Kuyruğu kapana kısılan yılanın canı yanıyordu ve aniden çiftçinin karısını ısırdı.
Çiftçi, karısını apar topar doktora götürdü̈. Doktor, zahiri temizledi sardı. Çiftçi karısını eve getirdi, yatırdı. Karısının ateşi yükseldi ve bir türlü̈ düşmüyordu. Kadıncağız ateş̧ ve ter içinde kıvranıp duruyordu. Böyle durumlarda taze tavuk suyunun gerekli olduğunu herkes bilir, çiftçi de bıçağını alıp bahçeye koştu.
Karısı taze tavuk suyu çorbasını içti, biraz kendine geldi. Karısının hastalığını duyan komsular ziyarete geldiler.
Onlara ikram etmek için çiftçi Koyunu nu kesti. Çiftçinin karısı gittikçe kötüye gidiyordu.
Yılan, belli ki çok zehirliydi. Birkaç gün sonra çiftçinin karısı iyileşemedi ve öldü. Cenazesine çok sayıda kişi gelince hepsine yeterli et sağlamak için çiftçi ineği mezbahaya yolladı. Fare tüm bu olanları büyük üzüntü ile duvardaki deliğinden izledi.”
Birisi, sizi ilgilendirmediğini düşündüğünüz bir tehlike ile karşı karşıya ise hepimizin aynı tehlikede olabileceğini hatırlayalım. Hepimiz yaşam denilen bu yolculukta yer alıyoruz.
Diğerimiz için bir gözümüzü açık tutmalı ve diğerlerini cesaretlendirmek için çaba harcamalıyız. Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden, içerdeki cephenin suskunluğudur… Bu nedenle suskun kalmayalım… Eğer kalırsak başımıza gelmeyen kalmaz…


“Kalbin bugün bildiğini, akıl yarın anlar…”

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve tekirdaginsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.